4 Aralık 2015 Cuma

DÖNÜYORUZ

        Uzun zaman oldu buralara uğramayalı. O kadar beklemediğim kişiler ile ''Aybüke senin blogun vardı.'' temalı konuşmalar yaptım ki varlığını unuttuğum blogumun okunduğunu ve farklı düşüncelerde yer ettiğini fark ettim. Blog yazmanın en zor yanı kafandakileri karşıya anlatabilecek şekilde yazıya dökebilmek. Bu aralar kafam o kadar dağınık ben o kadar dağınığım ki toplayamamaktan korkup yazmadım belki de.  Bir kaç gün önce kendimi anlatırken aslında geride bıraktığım alışkanlıklarımı çok özlediğimi fark ettim. Ve şuan ki kişinin ben olmadığını farkettirdi o kahve bana. E bu halinden memnun musun sorusuyla aldım gazı blogu yenileme çalışmasına giriştim. Sorgulayıcı bi' kahve ve okunduğunu hissetmekmiş ihtiyacım olan!
         Bu ölü toprağını üstümden attıktan sonra blogumun okunma sayısına baktım ve gaz üstüne gaz.
                     
Melissa da arayıp bir şeyler yapmalıyız fikirleri çarpıştıralım diyince kaptık laptopları, not defterlerimizi attık kendimizi dışarı.
Melissa neler yapıyor görmek isteyenleri buraya alıyoruz;
http://kayipbibavul.blogspot.com.tr/
                           
Bu sefer iş konuşacağız. Beklemede kalın yeni haberlerle, yeni başlıklarla dönüyoruz!

Konu başlığı için önerisi olan, bak böyle de etkinlikler varmış sen de git yaz diyenler twitterdan, facebooktan da ulaşabilirler;

https://twitter.com/Aergu
https://www.facebook.com/profile.php?id=100004893435982

10 Ekim 2015 Cumartesi

ZAMANIN ZAMANSIZLIĞI

    Bugün tarzımdan farklı olarak kişisel bi yazı yazacağım. Hep bilgisayardan ne yazacağımı planlayarak girerim buraya ama bugün elimde telefon kendime cevap aradığımdan geldim. Zaman kavramım o kadar şaştı, hayatım o kadar ani ilerliyor ki anında içimi dökmek istedim. Zamanla aramız pek iyi değil bu aralar. Hep kendime doğru zaman nedir, kime göredir diye soruyorum. Acaba aslında şansına mı yaşıyoruz raslantılar mi yönlendiriyor hayatımızı. Peki doğru insan o zamanın şartlarına göre midir, insanın hiç aklında olmayan ama hayatına bodoslama giren biri mi. Yanlış zamanda gelen en doğru karar mıdır, yoksa planlamalı mıdır insan. Her buluşmasından her bakışına kadar kararlı ve risk almadan. Her şey burda başlıyor aslında. Hayat burda nefes almaya başlıyor. Karar verip hayatını alt üst etme şansını tanıyacak mısın yoksa risk almadan hayatına devam mı edeceksin


      Bu da bu geceki uykusuzluğumdan kendi iç hesaplaşmama gelsin.
"Her şeyin zamanı her zaman" mıdır gerçekten.

23 Eylül 2015 Çarşamba

ŞEHİR DIŞINDA OKUMAK-YURT HAYATI

Yeni bir yazı dizisiyle karşınızdayım. Çok tarzım olmayan resimsiz bi yazı olacak.
Bilenler biliyordur; 1 senedir şehir dışında üniversitedeyim. Bu yazı dizisinde de hem şehir dışında okumak nasıl oluyor, üniversite hayatı, Adana'da okumak, yurt hayatı nasıldı, öğrenci evi nasıldı, eğer istek gelirse biraz da mimarlık öğrencisi olmaktan bahsedeceğim.
İlk senemi tamamladım. Size bu ilk yazımda yurt hayatımdan ve yurda çıkanlar için bir kaç önerimden bahsedeceğim.
Ben tüm tercih listemi şehir dışı yazarak yaptım. Kafamdaki düşünce de ilk sene yurtta kalıp yurt hayatını öğrenmek, farklı bölümlerden çevrelerden insan tanımak, farklı kişilikler tanımak daha sonra da eve çıkmaktı.
Aslında bu kararımdan hiç pişman olmadım. Evet çok zorlandım ama böyle insanlar var mıymış diyebileceğim o kadar çok farklı insan tanıdım ki adını bile bilmediğim bölümlerden arkadaşlarım oldu.
Şimdi gelelim yurt seçimine. Benim ilk hedefim çizim yapacağım için odaya kendi masamı koymama izin veren ve bana yurt hayatını gösterecek yurt bulmaktı. Bazı yurtlarda yurtta kalma hissini yaşayamıyorsunuz. Daha çok otel gibi kullanılıyor. Açıkcası ben zaten 1 sene gideceğim için o yurt hissini tadacağım bi yurt seçtim özellikle.
Ben 4 kişilik odada kalıyordum. 2 kişilikte kalıcaktım başta ama sonra iyiki de kalmamışım dedim. Çünkü 2 kişilik odada kalanların hepsi kavga edip ayrıldı. Yani 2 kişiliklerin böyle bi handikapı var, mecbursunuz birbirinize. 3 kişiliklere baktığımda da odalarının büyüklüklerinin bizimkinin yarısı olduğunu gördüm.
Tabi kalabalık odaların da zorlukları çok. Karakterleri birbirinden bambaşka 4 kişi bir sene aynı odayı paylaştık fakat ciddi bir kavga yaşamadan seneyi bitiren tek oda olabiliriz. Hem de odada  2. öğretim-1. öğretim karışık kalmamıza rağmen.
Peki kavga etmeden yurt hayatını nasıl yaşayabilirsiniz?
Bir kere kızlar yurdu dediğiniz yer dedikodu kazanı. Ben kimseye sormamama rağmen herkesin hakkında bir şeyler biliyordum. Yani dedikodu ortamına çok girmemeye çalışın. Yakın arkadaşlarım dışında kendi özelimi insanlara anlatmaktan hoşlanmam ve insanların özeli de pek umurumda değildir açıkcası. Yurt hayatını kolay geçirebilmemin önemli noktası bu.
Bir diğeri de kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmayın. Bakın çok basit olaylarda bile bu çok önemlidir. En basiti eğer sabah erken kalktığınızda ses çıkarıp diğerlerini uyandırırsanız karşınızdaki ses yaptığında kızamazsınız. Bunlar benim kendi temel kurallarımdı ama yurt hayatı sadece bu kadarla bitmez.
Yurtta çok zorlandım çünkü bölümüm çok zorladı. Ben yurdu genelde uyumak ya da çizim yapmak için kullanıyordum. Kalabalık bi ailede büyümeme rağmen insan kalabalığı bu yüzden beni yoruyordu. Zaten ben boş vakitlerimi dışarda arkadaşlarımla harcıyordum. Yurda genelde dinlenmek için gidiyordum ve bu kalabalıkta kolay olmuyordu.
Ama bunun yanında aşırı eğlenceli ve hareketli bi yurdum vardı. Yorgun olup sessizliğe hasret olmadığım zamanlarda çok eğleniyordum. Çok güzel hikayeler de biriktirdim ama hepsi birilerinin özelini içeriyor. İçim hiç rahat olmadığı için bahsetmeyeceğim galiba. Ama içinde ambulanslar, mafyalar, intihar denemeleri, polis sevgililer olduğunu söylemem yeterlidir!
İçinde yaşayanlar kadar yurt görevlileri de sizin hayatınızın önemli bir parçası oluyor. Gececi ablamız takıntılıydı mesela. Odaya yoklamaya gelirdi. Arkadaşımız banyoda derdik banyoya gider kontrol ederdi falan.
Birinde gece dışarı çıktım. İmza atmayı unutmuşum yurtta kalmayacaktım. Arayıp nerdesin dedi, gelmeyeceğimi söyledim. Annenin haberi var mı sorgusundan sonra kapattı. 10 dakika sonra tekrar arayıp annemlere ulaşamadığını aslında bu yüzden beni yurda geri çağırması gerektiğini falan söyledi. Gece 1de annemi ararsan ulaşamazsın tabi. Ben çıldırdım dışarda arkadaşlarımlayım ve 100 kez aranıyorum. Delirip kavga ettim en son. Bir daha gececi ablayla da hiç sorun yaşamadım. Altın kurallardan biri: gerektiğinde kavganızı da edeceksiniz.
Sık sık teknik arızalarımız olurdu. Duştaki sıcak su klimaya bağlıydı. Klimayı aşağıdan kapattıklarında duştaysanız soğuk suda kalıyordunuz. Biri duştayken çığlık atınca diğerleri yönetimi arayıp açtırırdı.
Melissa yurda ilk ziyarete geldiğinde asansörde kaldık. Asansör ara katta kaldığı için tırmanarak çıktık. Ellerimizde projeler, bavulum, yemekler..... Çıktığımızda yurdun yarısı bizi izliyordu. Hatta resmimizi çeken bile var.
Bir diğer sıkıntımız çamaşır makinesi sırası. Ben geceleri uyanık olduğum için genelde sıra beklemez gece atardım. Fakat çamaşır atıp almaya gelmeyenlerin kıyafetlerini poşete falan koyarlardı. Kaç insan bu yüzden birbirine girdi bilemezsiniz. Ben dahil!
Durun daha bitmedi çilem. Çizim masamı alana kadar 1 hafta falan mutfakta çizim yaptım. Birinde birisi föyümün üstüne yemek koymuştu. Tek kelimeyle delirdim, yurdu birbirine kattım. Oluyor böyle şeyler alışmanız lazım. Tabi hep sorunlar yaşayan kişi değildim, benim de çıkardığım zamanlar oldu............
Yurtta katlarda ütü olurdu fakat biz oda olarak hiç o ütüyü yerinde bulamadık. Ben de en son herkes yapıyor biz neden yapmayalım diyerek bi ütüyü odaya sakladım daha sonra da odadaki halıyı ütüyle yaktım..........
Yurtta kalanlar bilir odadaki her şey sizin üstünüze zimnetlidir. Ben de ütü masasını yerinde bulamayınca(ben yine ütüyü çaldım millet masayı çalıp saklıyordu) ne olucakmış ki diyerek halıda yaptım ve üstünde unuttum. Halı yandı tabi oda kokuyor gececi abla gelmek üzere. Tüm oda örgütlendik üstüne 3lü priz koyduk. Bu koku ne dediklerinde de 3lü priz yandı bu ne biçim elektrik sistemi falan dedik. Nasıl inandılar hala bilmiyorum halıda kocaman bir ütü izi vardı.
Eğleniyordum ama Adana'ya alışmakta en zorlandığım kısım da yurt oldu. Özellikle Ankara'ya gidip döndüğümde adaptasyon zorluğu oluyordu. Yani yalnız kalamıyorsunuz, üzüntünüzü de sevincinizi de en az 4 kişi birlikte yaşıyorsunuz, ailenizi özlüyorsunuz, her işinizi kendiniz hallediyorsunuz, her şeyiniz ortak; hele ki banyoyu ortak kullanmak zor.
O yüzden eğer sorumluluk alırım diyorsanız, aileniz de izin veriyorsa 1 sene yurt hayatı için ideal. Daha sonra eve çıkmanızı ya da tek kalmanızı tavsiye derim. Tabi daha ev hayatını yaşamadım onun zorlukları da bambaşkadır. Gerçi şimdiden ev tutma, emlakçı muhabbetleri gibi zorluklarıyla tanıştım ama. Gelen yorumlara göre bu yazıyı devam ettirip ev hayatımızı da anlatacağım.
Şimdiden evi bulma hikayemiz ve temizlik zamanlarımız yazıya hazır yaşanmışlıkla dolu!

13 Eylül 2015 Pazar

İSTANBUL'DA GÖRÜLMESİ GEREKEN 5 MEKAN

      2 aylık İstanbul staj maceramda elimden geldiğince gezilmesi gereken tüm yerleri gezip deneyimlemek istemiştim. İnternetteki neredeyse tüm İSTANBUL'DA KAHVALTI YAPILACAK, KAHVE İÇİLECEK BİLMEM KAÇ MEKAN; İSTANBUL'DA YAPMADAN DÖNME gibi başlıklı listeleri okudum. Gezi konusunda çok sistemli biriyimdir. Her gün akşam staj çıkışı hazırladığım listeye göre tarihi yerleri ya da hoşuma gidebilecek mekanların mimarisini görmeye, yemeklerini tatmaya gidiyordum.



                                                            Bu sadece bir kısmı. 
Her zaman çantamda not defterimle gezerim. Gideceğim yerleri seçerken eğer hafta içi ise stajdan geç çıktığım için genelde Avrupa yakasındaki yerleri geziyor, hafta sonu Anadolu yakasına geçiyordum. 
İstanbuldaki en sevdiğim etkinlik tabi ki bir Ankaralı olarak vapura binmek!    
Vapura binip içerde oturanlar çıkın bu blogdan!

Böyle başlangıç olarak blog yazmaya karar verdiğim zamanlardan kendim resim çektiğim yerleri tercih ettim .

LOKMA

Burayı ablam sayesinde ekledim listeye. Ablamın kısa süreli İstanbul ziyaretinde elimizde olan tek beraber kahvaltı şansımızı iyi değerlendirmek istedik. Daha sonra baktığım kahvaltı listelerinde de sürekli gördüm. Peki neden bu kadar seviliyor?
      Gittiğimiz anda zaten kendimizi sıra beklemeye hazırlamıştık. Kapıda isimlerimiz alındıktan sonra sıra bekleme koltuğuna alındık fakat önümüzde 7 8 kişi olmasına rağmen çok hızlı sıramız geldi. 
Mutluluğumu görebilirsiniz:)

         Menüler geldiğinde neden bu kadar sevildiğini biraz daha anladım. Kahvaltıda yediğiniz her şey için ayrı bi' seçenek var. Yani nedir bu ortaya kendi serpme kahvaltınızı oluşturuyorsunuz.
        Peynirler için ayrı seçenekler, zeytinler için ayrı, yumurta için ayrı seçenekler var.
Biz ortaya börek, peynir, bal kaymak tarzı şeyler söyledik ve BAYILDIK. Her şey o kadar tazeydi ki ekmeğine kadar kucaklamak istedim. Tabi manzarası da seçilmesindeki önemli nedenlerden.
Rumeli Hisarı'nda bulunuyor ve denizi görerek sabah kahvaltınızı yapıyorsunuz. Fiyatlar diğer kahvaltı mekanlarına göre biraz daha fazla yani peynire 6 7 lira vermek bi ikileme düşürebilir ama biz bayıldık ve hiç pişmanlık yaşamadık.
      Buradan çıkışta bizim gibi yürüyerek Bebek'e inebilirsiniz. Sahilde yürüyerek aldığınız kalorileri yakıp üstüne Bebek Starbucks'da denize karşı birer kahve içebilirsiniz 
Ablam da manzaranın keyfini çıkartanlardan

J'ADORE CHOCOLATİER

         Yeri Taksim Asmalı Mescit'te ve kuzenime de çok yakın olduğundan sık sık gittiğim; dekorasyonuna, tatlılarına bayıldığım bi yer burası. Taksim'in hengamesinden kaçıp sakin ve huzurlu bir yere girmek bana çok iyi geliyor.
       İçeriye girdiğinizde yoğun ve tatlı bi çikolata kokusu duyuyorsunuz.
Üst kata çıktığınızda tavanı engin, loş ve hafif, genelde fransızca müzikler çalan bir ortam var.
     Hep sıra olduğunu söylüyorlar ama benim şansımdan mıdır bilmem hiç sıra beklemedim gittiğimde. Eskiden sıcak şarap da veriyorlarmış ama artık kaldırılmış.
Bana göre bir Jadore klasiği Oh La la Beatrice
Çalışanları da çok ilgili ve gittiğinizde çoğu masanın beatrice yediğini göreceksiniz!

Souq KARAKÖY

    Burayı kuzenim sayesinde keşfettim. Kendisi de tasarımcı ve İtü mimarlık mezunu olduğu için ufkumu açacak gezmeye değer yerler bulmam konusunda çok yardımcı oldu. Ufak mimari teknik geziler yaptık hafta sonlarında!
   Sokağa girdiğiniz anda tasarım panayırı havasını hissediyorsunuz. Dışarıda müzik eşliğinde limonata gibi şeyler satılırken içeride çantadan kıyafete ev dekorasyonuna kadar bir çok şey var. Farkli tasarımları bulabileceğiniz bir yer burası klasikleşmiş markalardan uzak. 
    Gelen tasarımcılar satış yapılan yerin süslemelerini de kendileri yapıyor. Eski depo, hangar, tren istasyonu gibi yerlerin loft tarzda kullanılıp bu tarz etkinlere ev sahipliği yapmasına bayılıyorum
        



SENSUS ŞARAP&PEYNİR BUTİĞİ

       Ablam ile Galata turumuzun sonunda gittiğimiz bir yer. İkimizde şarap sevdiğimizden her zaman aklımızdaydı burası. 
       300e yakın şarap çeşitleri var. Biz garsonlarına da danışarak kendi yaptıkları kırmızı şaraplardan tercih ettik. Bi çok şarap evinin aksine yaş ortalaması çok yüksek değil. Her kesimden insan geliyor yani. 
          Fiyatları çok uygundu. Ortaya söylediğimiz peynir tabağına bayıldım!  Gelen ekmeği de kendileri yapıyormuş. Biz göremedik ama bazı günler piyano eşliğinde şarap içebiliyorsunuz.
Dekorasyonuna gelince bembeyaz bir yer burası. Müzikler de yine alçak ve hafif tempolu rahat rahat muhabbet edebilirsiniz. Yeri de hemen Galata Kulesi'nin çaprazında. Yalnız mekan 22:30 gibi erken bir saatte kapanıyor. Tadı damağımızda kaldı sizin aklınızda olsun bizim gibi geç gitmeyin.
ESPRESSO LAB

         Burayı benim için özel yapan şey ilk blog yazmaya burada karar vermem. O yüzden de bir sürü resim çektim.
   Taksim'in hemen girişinde olduğundan kolaylıkla bulabileceğiniz bir yer. İçerisinin dekorasyonunun harika olmasına rağmen yazın gittiğimiz için teras katını tercih ettik

Dünya haritasında kahvecinin bulunduğu yerler kırmızılarla işaretlenmiş. Dışarısın da dekorasyonu hiç fena değil yani!

   Damıtma kahveyi ilk kez gördüğüm yer burası. Genelde karamelli kahveler sevdiğimden denemiyorum ama filtre kahve tarzı sert içimli kahvelerden hoşlanıyorsanız bayılacağınıza eminim. Daha sonra bu kahve çeşidini Hisar Üstü'nde de gördüğüm için bi ben mi bilmiyorum diye düşündüm.
      
Çalışanları çok kibar ve yardımsever. Biz çekim yaparken çok eğlendik

Burada bir de beni tek çek pozuyla geliyor!

İçerisinin de dekorasyonun harika olduğunu söylemiştim


Duvarlarında sizler için küçük notlar saklı



Bu da bizden gelsin. Teras çok güzel gelsenize!






Bu seriye devam edeceğim ama 5 mekan yazmak bile beni çok yordu. Böyle 5ser 5ser part olarak devam edeceğim. Ankara ve Adanayı da yapayım diyorum. Önerilerinizi herhangi bir sosyal ağımdan da iletebilirsiniz :)



   

20 Ağustos 2015 Perşembe

ANKARALI OLMAK

       Herhalde beni en çok zorlayan yazı bu oldu şu ana kadar. Ankara'ya aşık olmamdan mı, şehirden bunalıp kendimi denemek istiyorum diyerek farklı şehre kaçmanın verdiği vicdandan mı bilmiyorum. Ne yazsam bi'şeyleri eksik anlatmış gibi hissediyorum. Kolay mı öyle 20 senemin geçtiği Ankara'yı bi çırpıda yazabilmek!
     
       Ankara her yerde yazılanlar gibi ayazı bol, içinde çokça siyaseti barındırmasından dolayı biraz da gri bi şehir ama biz seviyoruz Ankara'mızı. Çünkü burayı anlamlandıran şey bence en çok da içindeki insanları. Yani insan yürüdüğü sokağı özler mi? Ben bu sene özledim!

Emrah Serbes'in de dediği gibi ben Ankaralı değil, ankaracıyım.Ankaracı olmak, Ankara dışındayken bile bir parçanın orada kalmasıdır.

   Benim gözümden  Ankaracı olmak onu ayazıyla, Güvenpark'taki hiç bitmeyen polisleriyle, dolmuş değnekçisi amcasıyla, gece Kızılay sokaklarına yayılan tezgahlarıyla, sabah erken saatlerde her yerde rahatça görebileceğiniz eskort kartlarıyla, daha gece çıkamadan biten otobüsleriyle, Tunalısıyla, seymenlerin çimleriyle, sizde deniz yok mu sorusuyla, ne yapsak Kızılay'dan Tunalıya yürüsek mi otobüs mü yapsak sorusuyla, Aspava'sıyla, Anıtkabiri'yle, Ankara'nın Dikmeni'yle, anılarıyla, denizi aratmayan mavi dolmuşlarıyla, eylemleriyle, Odtü'nün devrimiyle, denizi olmamasına rağmen sürekli taze midye satan midyecileriyle, Kızılay çiçekçileriyle sevmektir.

      Ankara'da ya okunur ya da aşık olunur demişler çok da güzel demişler. Ankarayı anlatan en iyi söz belki de.
      Ankara kocaman bi şehir olmasına rağmen herkes birbirini bilir. Nasıl oluyor biz de hala anlamadık ama masada bi dedikodu dönüyorsa mutlaka ortak bi arkadaş çıkar o masadan ya da arka masada hiç tanımadığınız insanların muhabbetlerinde kendi isminizi duyabilirsiniz. (Ankaralı kuralı)
     Yeşil alanı az bi şehiriz o yüzden Seymenler'e, Meclis Parkı'na, Ahlatlıbel'e, AOÇ'ne, Eymir'e ayrı bi sahip çıkarız.. 
    Kızılay'la başlayan büyüme maceramız genelde 'ne Kızılay'ı ya Tunalı'ya geçelim, Bahçeli mi yapsak?' a doğru kayar. 
    Kızılay benim için özeldir ama. Her apartmanın dairelerinin kafe bar olması, tüm ergenliğime ev sahipliği yapması ve belki de 4. sınıftan beri mecburiyetten sürekli bi ayağımın orada olmasıyla kopamıyorum. 
    Kızılay'da biraz gezdikten sonra akşam eğlenmeye Tunalı'ya geçmek ya da benim favorim bahçelide BELPA'ya gidip buz pateni yapmak, özellikle milli bayramlarda Anıtkabir'e gidip tüm şehir vatan duygusunu tek bir yürek olarak hissedip Atamızın huzuruna çıkmak Ankara'yı özel yapan şeylerden. 

    Tek tek gezilecek yerlerini de yazacağım Ankara'nın ama bu yazı biraz da Ankara'nın ruhunu anlatmak içindi. 4 aya yakındır gelmiyordum evime, özlemişim!



Ankara'yı çok sevmeme rağmen tercih listeme hiç Ankara yazmadım çünkü şehir dışında okumak herkesin yaşaması gereken bi tecrübe. Bunu başka bi yazımda ayrıntısıyla anlatacağım ama hem bu yüzden hem de yeni insanlar tanıma, kendimi deneme isteğimle yazdım gitti Çukurova'yı. Bu ek de biraz Adana'da her Ankara'dan geldim dediğimde OHA NİYE diyenlere gelsin :)

6 Ağustos 2015 Perşembe

ÇAY MÜPTELALARINA 60 SEÇENEKLİ DEM KARAKÖY

   Karaköy benim için ara sokaklarında kurulmuş butik kafeleriyle ve bu kafelerin sokağa taşan minik masalarıyla İstanbulun en gözde semti. Karaköye geldiğinde oturacağı mekanı dekorasyonuna bakarak seçen biri olarak Dem Karaköy tam aradığım yerdi.
   İçerisinde eski müzikler çalan, müzik sesinin arka fonda muhabbete eşlik ettiği, engellemediği; ışıklandırmanın ise tavandan peçetelere yazılmış küçük notların arasından yapıldığı bi yer dem.
Lambadaki notlara dikkat!

   Menüyü istiyoruz. Heyecanlıyız çünkü ablam da ben de tam bi çay müptelasıyız. Menüye baktığımızda türk çayından bitki çayına, ülkelere göre de düzenlenmiş 60 çay seçeneği çıkıyor.
   Türk çayının notu depresif yanımı kendine çekse de kararlıyız! Denenmeyen seçeneklere yöneleceğiz.

''Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
 Namuzsuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer''
                                                  Can yücel

   Bizim gibi kararsızlar küçük kavanozlarda çayların kokusuna bakarak seçim yapabiliyor. Hepsinin kendine has aromalı kokuları var. Yine çalışanlara danışarak kolay içimli, meyve aromalı ya da bizim gibi sert içimi diğerlerine göre daha zor çaylardan seçebilirsiniz. 
   Bizim seçimimiz tütsülenmiş demlik çaydan yana. Egzotik biraz da bize ananemin sobalı banyosunu hatırlatan bi kokusu var. Demlikler içtiğiniz çaya göre de model değiştiriyor.


Bizim demliğimiz :)


   Dem Karaköy’de çayınızı fincanda veya demlikte alabiliyorsunuz. Fincan fiyatları 9-14 TL, demlik fiyatları ise 15-21 TL arasında. 3 çeşit olan Türk çaylarının fiyatı ise 5 lira.
   Çayın yanında bişeyler de yemek isterseniz kahvaltıdan küçük atıştırmalıklara kadar seçenekleri var. Yok ben ortamı yoklamaya geldim çay içmem diyenlerdenseniz kendi yaptıkları soğuk çaylar ve türk kahvesini deneyebilirsiniz



Adres :
Kemankeş Mahallesi, Hoca Tahsin Sokak 17, Karaköy, Beyoğlu
Benim gibi nereyi gezeceğini unutmamak isteyenler için fs linki KAYDEDİLEN MEKANLARA YOLLAYALIM!
             https://foursquare.com/v/dem-karak%C3%B6y/5141c977e4b013ea87527016

21 Temmuz 2015 Salı

NEDEN BLOG

     Dükkanını yeni açan esnafın siftah heyecanını yaşıyorum. Sürekli aklımda olan ama bir türlü zaman ayırmadığım, başlarım da devam ettirememlerime bir son verip ilk yazımi yazıyorum.
    Bu blogu açmamın ilk nedenlerinden biri de ''Neden benim de olmasın'' tabi ki.
    Sürekli gezi bloglarını, müzik bloglarını takip eden biri olarak sonunda cesaret ettim. Önemli olan kimler okuyacak neler derler mahalle baskısını yıkıp içinden geldiği gibi yazmak. Bir diğer neden ise twitterda paylaştığı bir müziği, filmi insanlar baksın diye değil de tekrar dönüp hatırlayıp dinleyeyim, bakayim diye paylaşanlardan olduğum için burası benim kişisel arşivim de olacak.
Resmen basladim! RASTGELE!